27 Nisan 2010 Salı
minik minik kukuleta
20 Nisan 2010 Salı
The Girl From Ipanema Original US Version
yaz döneminin ilk günü
Dün okulumun yaz dönemi başladı. Gerçekten de yaz dönemi. Nisanda yeni sömestıra girmek... Dün ilk günümdü okulda ve öğlen Almanca sınıfına gidip sonra bölüm dersime gittim. Almanca sınıfına yeni tipler gelmiş Meksika ve Brezilya’dan. Bir adet Meksikalı oğlan ile 2 adet Brezilyalı uşak ve 1 kız var. Kızda Gisele Bündchen ya da Adriana Lima tipi yok –olması da gerekmiyor, o kendine özgü bir kız- ama minyon tipli çok tatlı bir Latin kızı. Yüzlerinde pozitif ifade olan insanları seviyorum, hemen kanım kaynıyor ama bu ifade yoksa da seviyorumJ Diğer çocuklar da sarı falan. Bunların dedesi hep sömürgeciydi demek istiyorum. Saç rengine bakayım sana dedeni söyleyeyim evladım gibi bir durum oldu. Almanca hocası ise “hadi kaynaşıp kardeş olun” diyip bize abuk subuk bir hafıza oyunu oynattı. Zaten 2 aydır dersten uzakken bildiğimi de unutmuşum, ölüm gibiydi. Sonrasında bölüm dersim de iptal olunca alışveriş sonrası bir güzel gelip yattım :D
Hala çok yorgunum çünkü geçen pazartesi (12 Nisan) günü 3 arkadaşımla Budapeşte-Viyana-Prag gezisine çıktım ve altı gün süründüm. Ayrıca kesinlikle inanıyorum ki insan insanı yolculukta iyi tanıyormuş; ama bunun ayrıntılarını Perşembe günü sunumumu yapmanın keyfiyle o akşama yazacağım, inşallah :D
Bugün ise dersim yoktu pinekledim yine ve yeniden.
Şimdilik ışık ve sevgiyle!
11 Nisan 2010 Pazar
Senin Duymanı İstemiyorum
Emre Aydın! Duymak isteme, sen duymasan da olur. Efendi efendi yap işini, elalemin şarkılarına el atma. Sevenin var diye ağır konuşmuyorum ama ben senden hoşlanmıyorum. Emreciğim, bebek gibi yüzün var; sana çemkirmeye kıyamıyorum. Lakin, haddini bileceksin! Habire habire nedir oğlum milletin şarkılarına sulanıyorsun? Bu acı haberi ablamdan aldım, o senin duymana çok sevinmiş ama ben senin Cemali’nin ”Duymak İstiyorum” şarkısını söylemeni istemiyorum.
nö nö nö
Sevgili Neurosys,
Eğer benden ayrılmasaydın bu hafta 3. yılımıza girişimizi kutluyor olacaktık. Bunca zaman boyunca sana gösterdiğim ilgi ve sabrın karşılığını böyle gösterdiğin için teşekkür ederim. Umarım hiç de mümkün görünmese de şu lanet sorunlarından, tükenmek bilmeyen ama benim hayat neşemden çok şey götüren bunalımlarından kurtulur ve “Ben ne aptalmışım; böyle bir hayat yaşamışım!” dersin. Ve lanetler ki ne lanetler yağsın, en iyi arkadaşım olmak zorunda mıydın? Al işte, ben Camel dinliyorum yine; sen de dinle ama sen ağla, ben güleyim dinlerken.
6 Nisan 2010 Salı
Kısa Süreli Eve Dönüş, Latin Keleği ve Minik Keşifler
Herkese tekrar merhaba!
Üşengeçliğim yüzünden bir haftadır tüm yazmak istediklerimi erteliyorum ve de tek tek unutuyorum. Bir haftada neler mi oldu? Hmm, biraz monoton, biraz da bahar esintileriyle taze bir tada bulanmış bir hayat kesitim oldu J
Öncelikle iki haftalık Türkiye tatilimden başlamak istiyorum. Yedi ay sonra eve kısa süreliğine de olsa dönmek gayet huzur vericiydi. Ana kucağı-baba ocağında geçen on iki günden sonra İstanbul’a ablamın yanına gittim ve minik öğrenci şehrime geri döndüm J
Türkiye’deyken hiçbir arkadaşımı aramadım. Hangi birine vakit ayırmam gerekeceğini bilemedim; kafamın şişmesini de istemiyordum. Yazın zaten görüşürüz dedim ki İzmir’e geçmemem de kimseleri görmememde etken. Çoğu arkadaşım başka şehirlerde ya da İzmir’de; hele vize zamanı kimse yoktu ortalıkta. Sadece kadim dostum işini gücünü bırakıp hafta sonu beni görmeye gelmişti. O da bir aksilik çıkmazsa seneye Hollanda yolcusu; değişim öğrenciliğini bir de o yaşasın bakalım. Lanet sırayla herkesi geziyor J
Gelelim benim iptal olan gezi planlarıma. Üç İspanyol arkadaşımla beraber Doğu Avrupa’da azıcık fink atacaktık ama planlarım bu üçlüden ikisinin kalleşlik yapmasıyla son buldu. Bu ikisinden biri ablasıyla tüm Almanya’yı geziyormuş şu an; dönersem organize olamam gibi salak laflar etti. Hayır, bir ay önceden hazırlandık ettik, daha neyin hazırlığını yapacak? Ben de fikren hazırlandım ve iptal olmasından hiç hoşlanmadım. İki numaralı bücür Latin ise İspanya’ya gitmiş ve daha gelmemiş. Eğer bunlar olmasaydı dört kişi olarak yarın yola çıkıyor olacaktık. Ee, peki geriye kalan iki yumurta neden kendileri gidemiyor? Çünkü üç numaralı iyi kalpli İspanyol’un da işi çıktı, on iki günlük bir geziye çıkamam dedi. Onun da düdük bir profesörü var İspanya’daki okulunda; kıza ders seçimleri için verdiği randevu saatinde gelmiyor, kızla netten görüşmüyor, kızı beklemeye alıyor ki araya bitmeyen Paskalya tatili giriyor. Kızcağız da her an haber gelebilir diye yola çıkamıyor. Hatta bu iki mızıkçı Latin gelecek ve gezeceğiz derken bu mağdur İspanyolcan memleketine gitmemiş; ona da çok üzüldüm. Hal böyle olunca bendeniz de memleketten erken döndüğüyle kalıyor ve sinirleniyorum; ama bitmedi.
Umudumu kaybetmedim; henüz öğrenciler şehre akın etmese de iki Japon bir Türk ayarladım ve dört kişi hesaplı yolculuk yapmanın detaylarını bu akşam saat 20.00’da toplanıp konuşacağız. Bu iyi bir gelişme J Bir yandan da demiyor değilim bak bu iş böyle daha hayırlı olacak diye. Türk çocuk zaten iyi, kafa bir uşak. Japon kızlar ise vur kafasına al ekmeğini, çok sessiz ve her şeyden etkilenen-sevinen cici kızlar. Ayrıca bu Uzak Doğu insanlarını yakından tanıyınca çok daha fazla sevdim. Evet, biraz kapalı bir toplum yapıları var ve çok utangaçlar ama aşırı derecede mütevazıler ve bir o kadar da yeniliklere açıklar; yapılan iyiliği ise hiç unutmuyorlar. Benimle mağdur olan İspanyol kız da iyiydi ama diğer ikisiyle 12 gün yollarda perişan bir hayat geçer miydi bilemiyorum. Bu da bardağın dolu tarafı olsun :D
Şimdi gelelim hayatıma anlam katan ufak çaplı keşiflere:
- Atatürk Havalimanı’ndan ilk kez uçağa bindim ve hobaaaaa!!! Çok büyük ve bir o kadar da freeshop doluymuş bunu gördüm. D&R’dan aylardır okumadığım bir adet Bant Dergi aldım ve bu mutluluğu ikiye katlamak istercesine “Ulan şu Uykusuz’un son durumu nedir?” dedim. Bant Dergi in, Uykusuz out. Sanki Uykusuz eskiden daha bir coşkuluydu. Yedi ay sonra değişikliğin ne olduğunu çözemedim; zaten çok meraklısı da değildim. Zaten ki zaten, Atatürk Havalimanı’na ulaşım daha kolaymış; sevdim, ablamı da sevindirdim J
- Uçakta Bant Dergiyi okumak çok iyi geldi; iyi ki yanıma almışım. Hava zaten bir tuhaftı; sallandık, hopladık, yemek servisi durdu herkes yerine oturdu. Uçakta Panik tadında bir şeyler yaşamayı planlamıştım ama kazasız belasız inmek en iyisi. Ve ödül THY pilotuna gidiyorrr!!!
- Bant Dergi de Bant Dergi :D Sağolsunlar beni pek doyurdu Mart-Nisan sayısı. Zaafım olan patatese dair eğlenceli yazıdan beni daha çok cezbeden Travis Louie’yi hayatıma sokmuş olmaları. I♥ Bant, I ♥ Travis.
- Bant’ın kapağındaki Travis Louie’nin parmaklarından çıkma ucube portredeki adam! Sen benim olmalısın!
- Çalkantılı ilişkimin başrol oyuncusu neurosys, Manhunter’ın beni benden alan gizemli müziği This Big Hush’ı hayatıma soktu. Filmi indirdim; henüz izlemedim ama albümü de indirdim, dinledim. Oh dis iz veri nays!
- Aynı hiper şarkıyı, “Senin gizemine uyar, al dinle.” diye deli bir arkadaşıma yolladım. O sırada Linguistics çalışan bu sebi, bana dua etti :D Ben cennete gidiyoreee!!!
- Bir süre önce Ceylan Ertem ile ilgili bir şeylere bakarken punkreas.org’a denk gelmiştim, ama o günden beri sitenin ismini tekrar hatırlayamadığım için tekrar girememiştim. İşte Pazar kahvaltısı hazırlarken kendime, nerden geldiyse aklıma geldi bu isim ve hemen google işbirliğiyle siteyi enseledim. Yaratıcısının elleri dert görmesin, bu güzel siteye eklenmiş olan Primary1 ve Nina Persson düeti olan The Blues masal gibi bir şarkı, dinlemedeyim.
- Ayrıcaaaa, modern hayatımın sesi radyo eksen tadında bir radyo buldum. Kendisi Amerikalı ve ismi Indie 103.1. İnternet üzerinden dinleyebiliyorsunuz ve gayet eğlenceli. Lakin gördüm ki Nirvana, Sonic Youth ve Morrissey’i habire çalıp bir haftadır hiç Pearl Jam çalmayarak adam kayırıyorlar. Ne kadar hoş bir radyo olsa da bizim eksen rulessssss!!!
Maddeler işte bu yüzden güzel. Daha rahat yazılıyor, aklına geldikçe sıralıyorsun bağlaç kullanmadan :D şimdilik bu kadar diyelim ve bloga daha çok yazacak sorumluluk sahibi bir çocuk olmamı dileyelim. Bir, iki, üç!