22 Kasım 2010 Pazartesi

Aradığım Kan: Proudpilot

Lafı uzatmaya hiç gerek yok, süslememe zaten ihtiyaçları yok ama Proudpilot (lütfen bitişik yazınız) dinleyin arkadaş!

Ey ahali! Hayatıma girdiği günden beri “kurban olurum memleketimin insanına” nidalarıma sebep olan güzide grubumuz Proudpilot, İstanbul çıkışlı ve benim geç keşfettiğim insanlar topluluğudur. Biraz alternatif müzik seven, yer yer deneysel müzikten zevk alan/gönül veren dostlar-arkadaşlar, eğer “Monsters Exist” albümünü dinlemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum. Bu insanların da benimle aynı dilde düşündüğünü bilmek beni hem gururlandırıyor, hem de heyecanlandırıyor.

Şu an için tek temennim grubu canlı izleyebilmek; bu gibi durumlarda eğer İstanbul’da değilseniz her şey doğru yer ve doğru zaman ilişkisine bakar J

Bu grubu dağda çayırda gezinirken bulmadım elbette. Hakan Tamar’lı Punkart’da -bir Eylül gecesiydi yanlış hatırlamıyorsam- grubun O.B.D. klibiyle tavlandım. Bu hususta şunu belirtmeliyim ki emeği geçen herkes candır canandır; bu grup ise uzun zamandır aradığım kandır. Bir adet de myspace adresleri vardır:

http://www.myspace.com/proudpilot

Buradan yakalım da tam olsun:

Proudpilot / OBD from Peyote Müzik on Vimeo.

11 Kasım 2010 Perşembe

Out of Our Minds (OOOM)

Evet, çok önceden yapmam gereken Melissa Auf der Maur’ın ikinci solo albümü Out of Our Minds (OOOM)’a dair fikir beyanımı bugün sunuyorum. Çok mu heyecanlandınız? Hiç gereği yok ama puan vereceğim, kaçışı da yok.

90’lı yılların sonunda, Kanada’nın bağrından kopup Hole ve Smashing Pumpkins’e destek kuvvet olarak gelen Melissa Auf der Maur hanım kızımız, ikinci solo albümü Out of Our Minds’ı yayınlayalı 8 ay oldu. İlk albümünü sessiz sedasız çıkarmasına rağmen sağlam adımlarla ilerleyen Auf der Maur’ın yeni albümü, eskisinden pek de farklı olmayan ama bir miktar daha yumuşak diyebileceğimiz ve yine sessiz sedasız ilerleyecekmiş gibi gözüken bir yapıt. Bu albüm, önceki albümdeki bir nebze “riot girl” temeline dayalı tematik yapısını, mitolojik kadın figürlerden ve cadı hikâyelerinden gücünü alan bir konsepte bırakmış. İyi olmuş mu? Fena durmamış, ama Auf der Maur’ın baş döndürücü bir müzik yaptığı da ortada. Diğer yandan, sanılmasın ki şarkı sözleri genel atmosferle uyumlu. Hayır efendim, Auf der Maur’ın şarkı sözü yazarlığına çok güvenmeyin. İlk albümünde görmüştük; müzik çatır çatır döktürüyor ama sözler, müziğin yanında sönük kalıyordu. Felsefe yapmadığı aşikar, lakin bu albümde biraz daha yol kat etmiş gözüküyor. Neyse ki Melissa, basgitarını şaha kaldırıp konuşturuyor ve sahnede insanın yüreğini hoplatan performanslara imza atıyor da birbirimize küsmüyoruz.

Gelelim albüm konseptine bağlı bir çizgi romanla ve geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde de gösterilmiş bir kısa filmle zenginleştirilmiş OOOM albümüne. Sözlere dair yorumum kötü bir düşünce oluşturmasın; tabii ki abartıyorum; acımasız davrandım, kabul ediyorum. The Key EP’si piyasaya sürüldüğünde, ne yalan söyleyeyim Auf der Maur’dan iyi bir şeyler geleceğine ikna olmuştum. İşte kanıtı karşımızda duruyor. Sık sık blogunda ve web sitesinde de bahsettiği gibi Ay - Kadın- Doğa temalarının, cadı hikâyelerinin etkisiyle yazılmış-yapılmış bir albüm OOOM. Kendisinin de vurguladığı gibi insanoğlu ve doğanın ilişkisinin sorgulanması sonucu varılmış bir noktanın notalara dökülmüş halini elimizde tutuyoruz. Filmi henüz izlemedim ama Auf der Maur’un röportajlarında dediğine göre aralarındaki tek bağın kan olduğu ve de farklı dönemlerde geçen 3 hikayemiz var söz konusu filmimizde. Albümün ilk iki enstrümantal parçası The Hunt ve Lead Horse, ruhumuzu okşayan bir ahenkle bizi hikayenin içine sokuyorlar. Isis Speaks ve Follow the Map, ilk albümdeki gibi “klasik Melissa tadındayız” diye bağırıyor ve albümün ilk yarısını geride bırakıyoruz. Albümün sonuna doğru da Father’s Grave ile Danzig vokalisti Glenn Danzig - Melissa Auf der Maur işbirliğini dinliyoruz. Bana göre Tommy Douglas’ın bir konuşmasından alıntıyı içeren parça This Would Be Paradise, albümün özeti niteliğinde. İşin kısası, Melissa Auf der Maur, kendi adını taşıyan bir önceki albümünün çizgisinden sapmadan hazırlanmış ve arşivlerde yine iyi bir yer edinmeyi hak eden bir albümle geri döndü. Daha da güzeli, Auf der Maur, 17 Aralık 2010 Cuma günü Salon IKSV’de bas gitarını şaha kaldırıp Türk hayranlarıyla beklenen buluşmasını gerçekleştirecek.

Melissa’nın da dediği gibi, “Come sit by my fire”.

Ha, notum mu? Followed the Waves’i eksiksiz olarak canlı söylemeyi başardığı gün 5/5 olacak ama şimdilik 3,5 ile bitiriyoruz. Konser sonrası bakarız.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Melissa Auf der Maur, İstanbul'a Geliyor!

Tam da Melissa Auf der Maur’ın ikinci solo albümünden bahsedeceğim gün Aralık’ta Melissa’nın İstanbul’da konser vereceğini gördüm. Yazı işi başka güne ama Melissa konseri, 10 numara bir aktivite oldu. Hatta Melissacığım, facebook hesabında şöyle duyurmuş olayı:

“BELGIUM TONIGHT! X MUZIEKODR-OOOM! 8:30 BIRDPEN, 9:30 OOOMFILM, 10 MAdM x see you tonight or find us in ISTANBUL at the end of the tour!”

Aralık’ta bir aksilik çıkmasın, ikinci sefer kaçırmayayım, noluuuur tüm ulu güçler, bana yardım edin!!! Evet, sen sevgili okur! Sen şu satırları okuyarak beni onurlandırdın ya, sen ki beni adam yerine koydun da şuraya bir baktın ya, işte sana kendimle ilgili bir sırrı açıklayacağım. Ben yaptığım planların bozulmasıyla ünlü bir yaratığım. Normalde birçok durumda şansım döner ama bir şeyi çok istersem kesin geri teper. Konser muhabbetinde ise çocukluk arkadaşımla yarışıyoruz, kimin planı daha çok suya düşecek, hevesi kursağında kalacak diye. Parmaklar çarpı işareti konumuna geçsin!

17 Aralık’ta, Salon IKSV’de!