Çok tembel olduğumu biliyorum; genelde her şeye atlamamı düşünürsem, bu blogu da hevesten açtım ve yazma istikrarı gösteremeyecekmişim gibi geliyor. Zorlayan falan yok ama bir blog ile kendime iyi bir arkadaş olacağımı düşünmüştüm; göründüğü üzere pek olmuyor, hatta hiç olmuyor. 1 aydır ne yazsam, yok bunu yazmayayım dedim durdum ama her zaman demedim durmadım. Kafam zaten abudik gubidik şeylerle dolup taşmış, izlediğim blogları kontrol etmek dışında bir eylemim olmadı. Masum bir eylemci olmuşum yani.
Yotsuba oyuncağı almak için Paypal’a üye oldum ama hala banka hesabıma onay kodu göndermediler; beklemedeyim, beklemedeyim.. Bir Yotsubam olsun istiyorum; Yotsuba benim çocuğum, tıpkı bana benziyor. Aynı salaklıkları yapıyoruz; gerçi ben artık beş yaşında değilim ama olsun, bu da benim eksikliğim.
Bir Yotsubam olsun, flickr’daki o klişe Yotsuba fotoğraflarından ben de çekeyim istiyorum. Ne yani, Pisa Kulesini popomla deviremedim diye Yotsuba’yı da köprüde, denizde, ne bileyim bir fincan kahvenin yanında resimlemeyeyim mi?
Yarın muhtemelen yalan söyleyeceğim, hem de sevdiğim ve hiçbir kötülüğünü görmediğim bir insana. Neden bazen sosyalleşmek istemediğimi bilmiyorum ama bugün o doğum gününe gitmeme sebeplerim kaydadeğer, -bence. Bu arkadaşım, okulun bana 2 haftalığına evrak işlerinde yardımcı olsun diye atadığı sevimli ve gönüllü bir kız. İşimiz iki haftada bitti ama biz görüşmeye devam ettik. Yarı Türk-yarı Alman, Almanlığı ağır basan bir melez J Türkçesi beni çok güldürüyor ama Türkçe konuşmuyoruz, genelde İngilizce; sonuçta Almanya’ya Türkçe konuşmam ilerlesin diye gelmedim, ama Almanca öğrenemiyorum, öğrendiğimle ise konuşamıyorum J Neyse işte, bu akşamki geçtik o akşamı, dün akşam bu hanımkızın doğum günü vardı. Ben de davetliyim tabii. Tam Alman usulü bir etkinlik olacaktı. “Ben mangalı yakacağım; siz de etinizi içeceğinizi getirin.” Zaten hiç haz almadığım şeylerden biri, 50 kişi yapılan mangal partileridir; aç kalmak garanti. Yetmezse bir de b.k gbi geçen günün ardından sosyalleşme arzusunu duymamak da işin sosu, onu da kendimiz yaptık, ben götürcem herkes yesin diye; Almanlara iş çıkarılmaz! Hal böyleyken kıza diyemedim ben yokum arkadaş sen takıl gerisiyle. Gideceğim oraya ne olacak? İki saat milletle tanışma faslı, sonra onlara sohbet edecek Almancanın bende olmadığını anlatma çabası; sonra sonra esas kız zaten kesin sarhoş olup takılacak kendince, ben de kafa olup kafa giden bir akran bulamazsam sıkılacağım. Nerden mi biliyorum? Ben kendimi biliyorum, her zaman olmasa da biliyorum bazen işte. (Bu arada bu etkinlik şehrin dörtte birini kaplayan aile çay bahçesi gibi bir parkın bir yerinde yapılacak; yeri beğenmediğimden değil canım, ama yağmur tehlikesi var;)
Ee, peki gitmedim de ne yaptım? Sevgili apartman komşumla film izledik: The Boy in the Striped Pajamas. Açıkçası fragmanını bile izlemediğim bir filmdi. O isimden bu sonun geleceğini beklememiştim izlemeden önce. Sonrasında “tabii lan ne sandın, adı sanı gayet açık.” desem de evet çok saf, aklım iki karış havadayken bakındığım oluyor etrafa. Çocuğun meraklısı, büyük kaşif Bruno, çok üzdün beni gece gece.. Kimlerin görüp de keşfedemediğini keşfettin. Taşsız, sopasız, silahsız savaş anlattılar, içimi burktular (çok sığım ben galiba, hmm..) O değil de, ben şu Ennio Morricone biraderin müziklerini üstlendiği İtalyan yapımı Escalation filmini bulamadım. Aylardır bakıyorum belki nete düşer eder diye, yok da yok lanet. Bulan eden olursa sevabına haber verin. Ha, neden o film? Dies Irae, Dies Irae ilahisini bu film için çok güzel yorumlamış üstatlar; youtube’da gördüm, konusunu da okuyunca içim ısındı.
Tanrım, ders çalışmam lazım! Sınavlarım Temmuz’da ve bu yaz hiç bitmezmiş gibi geliyor. Sunumlar ve ödevler birikecek, düşünmek bile istemiyorum. Şimdi kaçmak en iyisi; hem sabah taze beynimle! önce evi toparlar sonra da boş günüm olmasını kutlarım. Başarabilirsem amacım, okumaya yarın başlayacağım romanıma odaklanmak.
Gute Nacht; ich gehe ins Bett. (benden bu kadar diyalog çıkar, gitsem ölürdü o çocuklar bendeki bu Almancayla; şükretsinler o partiyi mahvetmemişim :p )
Not: Fotoğraf flickr'da redrickshaw isimli kullanıcınındır. Oyuncağım olsa, ben de böyle bir şey yapmak isterdim :p
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder