Seninle az iletişimle sürdürdüğüm seviyeli bir ilişkim var. Önemli olan verimli vakit geçirebilmekte diyorlar. Neyse, cıvıklığa gerek yok. 2011’in ne kadar b.ktan bir yıl olduğuna dair az daha öfke kusup gideceğim. İstersen bir daha adımı bile duymazsın.
Öyle işte şekerim, kısa süreli çalışma hayatım sona erdi. Biraz zorunlu oldu; annem rahatsız ve hastanede. Çıkmıştı, keyfi yerindeydi ama yine yattı. Kendini bilmez bir çeşit enfeksiyon vücudunu hırpalıyor; ama iyileşecek. Hastalığın iyileşme süresi 6 aymış. Daha fazla hastalık muhabbeti yapmayalım, zaten yaklaşık 4 aydır annemle her gün yapıyoruz; adını anma gider diyor J Ben de baba ocağı ana kucağı Zonguldak’a geçici bir dönüş yaptım.
Aslında, sonbaharı memlekette geçirmek güzel bir şey. Yağmur yağıyor, hava kapanıyor, fırtına çıkıyor falan. Hatta 11.11.11 tarihinde hortum çıktı ve dolu yağdı. Valla ev denizin hemen karşısında olduğu için küçük hortumlara şahit olmuştum ama bu dana gibiydi mübarek. Kendimi X-men’in Storm’u sanacaktım, öyle esti gürledi. Sevinç çığlıkları eşliğinde bu görüntüleri kaydettik ama açıkçası, az da olsa saygın bir hayat sürdürebilmek namına ablamla olan şaklabanlığımı internete taşımak niyetinde değilim. Onun yerine dana hortum denizden su çekerken evin balkonundan çekilmiş bir fotoğrafla olayın kafanızda canlanmasına yardımcı olmak isterim.
İşte o mavi şey, gökyüzü deniz karışımı bir şey. O beyaz bulut veya sis mis değil, denizden su çeken hortumun kamerada şekillenebileni. Kameramın belli standartları var, onları aşamıyor. Merak eden buyursun, Kasım 2012’de misafir olsun.
Bir de bu yazıya kazara rast gelen herhangi bir Zonguldak sakini, evin koordinatlarını kestirebilir. Her şey yalan, ben burada yaşamıyorum. Gelmeyin.
Peki, bu hortum bizim kıyılarda sürterken ben ne yaptım?
A. Resim çizdim: Evet, bu gibi zamanlarda sonbahar ruhu dediğim şey yıllık pörtlemesini yaşar ve yaz çocuğu ben, mutlu bir insan olurum. Hatta konsantrasyonum artar ve defter çiziktiririm.
B. Göbeğimi kaşıya kaşıya müzik dinledim: Bunun çok özel bir yanı yok, hep olan bir şey ama bu sezon The Knife ile ilişkimi güçlendirdim. Karin Dreijer Andersson ne pişirse yerim, bir gün de The Knife’a olan duygularımı yazarım, saygı duruşumu gerçekleştiririm. Şimdi özet geçersem;
Sevgili Karin, yıllardır sana olan hayranlığım bit(e)miyor ve seni büyük bir ilgi ve sevgiyle takip ediyorum.
Kadrolu hayranın, Seda.
C. Yemek yapmakta birkaç adım ilerledim: Valla annem hasta olunca işler bana kaldı. Yemek de dâhil. Sırayla (ve sabırla?) hepsinin üstesinden geldim. Patlıcan oturtma yaptığım gün kariyer yapmaktan vazgeçtim; şayet patlıcan ve ilgili yemekler en sevdiklerimdir ve oturtmayı yaptığımda sanki bu dünyada kimseye ihtiyacım yokmuş, başka hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi hissettim. Evet, küçük hesapların kadınıyım ben. Pişman değilim.
D. Limana gidip balık aldım J Haberlerde duymuş olabilirsiniz, bilmem kaç ton balık çıktı etti, Zangıldak bu sezonu pek bereketli geçirdi. Hiçbiri de yavru değildi aldıklarımızın, büyümüşlerdi. Konu komşu pek mutluyduk, biz mutlu bir mahalleyiz. Mutlu olmasak ne yazar? Eksiklikler için yıllardır imza topluyoruz, belediye bizi sallamıyor. Alıştık elimizdekiyle yetinmeye.
E. Bahçemizi yerleşke edinen sokak kedilerin bakımını üstlendim: Annem hastaneye yatınca sahipsiz kaldılar, onları besledim. Kedi çok kötü bir şey, çocuk gibi, ciddi anlamda ilgi bekliyor. Sabahın 06.30’unda babama kahvaltı hazırlamak için kalktığım yetmiyormuş gibi bir de kediler sütünü içiyor mu derdine düştüm. Kieslowski’nin üçlemesinin Mavi’sinde (Bleu) belirttiği gibi sorumluluklarımız bizi özgürlüğümüzden alıkoyar. Janis Joplin de buna yakın bir düşünceyi Me and Bobby McGee şarkısında “Freedom is just another word for nothing left to lose” olarak ifade eder. Diyeceğim o ki kedilerin sorumluluğu benliğimden çok şey götürdü.
Aa, unutmadan. Kedilerden biri bu sonbaharda dördüz doğurdu. Dört tane beyaz kedimiz oldu. İki tanesi annelerine çektiği için babalarından gelen arî ırkları hafif bozuk doğdular. Minik benekleri var, ama biz onları oldukları kişi için seviyoruz. Mark Darcy’nin Bridget Jones’u olduğu kişi için sevdiği bu dünyada bizim kedilere pozitif ayrımcılık gösterdiğimiz söylenemez. Bu arada evet, bence de Colin Firth yakışıklılığının zirvesini havada karada piçleri yenen Mark Darcy karakterinde yaşadı ve bitirdi.
Kedi muhabbetini uzatıyorum ama bunu da anlatayım. Dördüzlerden biriyle önceki nesilden başka bir kedi –ki hesaplarıma göre aynı annenin çocukları bunlar, çeşitli hal ve tutumlar içersindeydi. Ben de o sırada mutfakta yemek yapıyordum ve kedilerle ve hayvanlar âleminin bildiğim kadarıyla birçoğuyla uyuşmayan ahlak anlayışım doğrultusunda camın önünde yedikleri naneye katlanamayıp camdan doğru onları kovaladım. Sonra ne yaptıklarını bilmiyorum ama yavru lan o kedi, kozunu yaşıtlarınla paylaş! Bu arada dördüzlerden biri bugün bize ilerde ne tür bir sürtük olacağını kanıtladı. Evet.
Son olarak şunu söylemek isterim. Bu blogda laubali bir dil kullanıyor olabilirim. Avam hitap şekilleriyle bezenmiş yazılarımdan tamamen bağımsız bir dille çeviri yapmaktayım –ya da bugüne kadar yaptım (hikâyenin bu kısmına üstte yer verdim, kısa bir dönemdi). Ayrıca iltihap yerine enfeksiyon falan da kullanıyor olabilirim, ama burası blogum. Pek ilgilenmediğim ıvır zıvır çekmecemden (yarın lazım olur diye biriktirdiğim minik parçalar çekmecesi) daha temiz bir görünüme sahip bir başka çöplüğüm. Öyle ya da böyle dünyayı olduğundan 0,00000000001 mm bile saptıramıyorum. Bazılarımız böyle doğuyor.
Uzun zaman sonra ne güzel oldu be blog! Dur başka gün de yazarım ben sana. Kuzeyden gelen her türlü rüzgârın ilham vericiliğine inanan siz blog okurları, hepinize benden bir adet The Knife- Neverland! Hadi öptüm!